Olumlu Düşüncenin Gücü

Zihin insanın tarlasıdır;

Kişi tarlada  her gün hangi bitkinin bittiğine bakmalıdır

Yabani otları hemen koparmalıdır ki kök salmasın!…
(RUMİ)



   1990^lı yıllarda başlayan Pozitif Psikoloji  son dönem psikoloji alanında oldukça  popülerleşen bir akımdır ve psikolojide yerleşik bir disiplin olarak tanımlanmaktadır.

Peki,  ne oldu da bu alan kadar çok işlevselleşti!

Bizler gerçekten içimizdeki gücü fark edip bu gücü yönetme yönlendirme kapasitesini bulabilir miyiz?

İnsanlarda iyilik,  refah, huzurlu olma hali olumlu bakış nasıl ortaya çıkarılır?

Psikiyatri veya psikoloji bilim dallarında bu günlere kadar sürekli negatif olma durumu üzerinde durulmuştur. Adeta psikoloji ve psikiyatri bilim dalları negatif bilim olma hali zorunluluktur ve ihtiyaçtır gibi değerlendirilmiştir.

Çünkü insan anormal olursa vardır normalse de zaten normatiftir üzerinde durmaya gerek de yoktur, prensibiyle hareket edilmiştir.

Öyle ki psikiyatri’ de dışarıdan destekte ilaç ilk çare olarak düşünülmüştür.
Aslında ülkemizde bir hekime dahi başvurmadan ilaçlar çok rahatlıkla temin edilebilir durumdadır!

Burada sadece psikiyatrı ya da psikoloji’ ye çok fazla yükleme yapmadan tüm tıp dalları bu güne kadar benzer inançla hareket etmiştir.


Yeni akımın ise üzerinde durduğu,

 Bir insan gerçekten içinde ki var olan potansiyelini fark ederse bunu mübalâğa etmeden  ve  bir ayrıcalık olarak görmeden değerlendirebilirse gerçekten yararlanacağı öz kaynaklarına  ulaşabilmektedir.

Bizi kalkan gibi koruyan öz kaynaklarımız vardır; peki bunlar nelerdir? 

Kendini tanıma,anlama,izleyebilme,  kontrol edebilme, özsaygı, özgüven, başkalarına güven, paylaşmak gibi kaynakların hepsinin birleşiminin tümünün pozitif inanç ile kesiştiği nokta kendine olan olumlu değerlilik duygusudur.
Düşüncenin gücünde,  insanları harekete geçiren olaylar değil olaylarla ilgili yargılar ve onun arkasındaki anıları, yaşanmışlıklarının içindeki  duygularıdır. Yani yeni akım düşüncenin arka planında var olanlarla ilgilenir.

Aslında akıllı düşünmeyi ya da pozitif düşünceyi öğrenmek de olmamalı esnek düşünmeyi öğrenmek yani bunların hepsinin olabileceğini tümüne birden tutunmak değil de her birinin olabileceğini düşünmek.  

Belki zor bir süreç çünkü zihnin çalışması gerekir. Çalışan zihin ise sanılanın aksine yorulmaz çok daha esnek olmayı öğrenecektir. 
insanı derinden etki altında bırakan tüm patalojik vakalar katı olmaktan kaynaklanır. 
Ne kadar katıysanız patalojiler de sizi o ölçüde bulur.

Bakış açısının duygularla nasıl işlevselleştiğine şu örnekle yanıt verebiliriz;

Pek çok başarılara imza atmış  başarılı bir futbol rakımının antrenörü oldukça agresiftir. 
Bir diğer antrenörü ise daha arkadaşça yönetim içindedir. Gruba hangi antrenörü istedikleri sorulur ve grubun tamamı 2.antrenörde  karar kılar. 
“Tamam da ama o başarısız belki kaybedeceksiniz!” sorusuna

 “Olsun biz onunla mutluyuz!” cevabını verirler.

Aynı olaylara farklı açıdan bakış önemlidir.

Pozitif düşünce bir seçimdir.

Bir olay yaşadığınızda o olaya nasıl bakacaksınız?

Olumlu düşünce ise  
”kötünün içinde ki iyiyi görebilmek. 
Kendi olumlu yönlerini bulmak ve bunları birleştirerek kendinden daha büyük bir şey bulmak kendini çoğaltmak için çaba sarf etmesidir”…


iletişim randevu

Meditasyon seansı




Sanırım her birimizin ruh ve beden sağlığımız için kendimizi koruma altına almaya ya da bozulan sağlığını kazanmaya ihtiyacı var. Fiziksel rahatsızlıklarımızın sebebinin yüzde doksan psikolojik kökenli olduğunu artık bilmeyenimiz kalmadı ise o halde tek yapmamız gereken şey hemen eyleme geçmek,olmalı!…

Bu meditasyon seansıyla içindeki iyileştirici gücü açığa çıkaracaksın.   
Bu güçle içindeki acıları zorlukları bilinçaltından silmeye başlayacaksın. 
Kitaplarımda bu konulara ve bu güçten nasıl yararlanacağınıza detaylandırarak yer verdim.
 Çünkü, bilinçaltının gücü doğru kullanıldığında zihni ve bedeni iyileştirme gücüne sahiptir. Şimdi bu kaydı dinlerken kendini sana göre en uygun ortamda arkana iyice yaslanarak ya da yatar durumdaysanız kollarınız ve bacaklarınız en rahat biçimde olsun. 
şimdi rahatça nefesler almaya başla ve yönergeleri takip et lütfen!...

iletişim randevu

Kendi kendinin terapisti ..yalnızca 10 Dakika

Bütüncül bir çalışma olan bilimsel ve kadim bilgilerle  sentezlenmiş  Holistik Nefes terapisi ile kendi kendinizin terapisti olmayı deneyebilirsiniz! 
Bu meditasyon seansı içinizdeki iyileştirici gücü farketmenize ve açığa çıkartmanıza aracı olacaktır.  Bu güçle içinizdeki acıları zorlukları bilinçaltından silmeyi deneyimleyebilirsiniz. 
Enerji ve yaşam kaynağımız nefesimizi eğer kullanmayı bilir doğru uygularsak sınırsız olanaklarıyla yaşam sebebimiz olması yanında en doğal yaşam enstrümanımız da olarak beden ve zihni iyileşmesine aracı olacaktır. 
Lütfen video ses kaydını adım adım izleyin!
Çalışmaya başlamadan önce birkaç hatırlatmam olacak
Çalışmamız üç aşamada ilerleyecek
1.aşama burun ağız nefesleri
2.aşama ağız nefesleri
3.aşam yeniden burun nefeslerine dönerek o esnada bilinçaltı kayıtlarımıza olumlama mesajları göndererek arınarak şifalanmayı seçeceğiz
ayrıca
Ağız nefesinde bedeninizin farklı bölümlerinde hassasiyetler yaşayacaksınız. 
Örn. ellerde, ayaklarda, burun ucunuzda karıncalanmalar  bazen de bedeninizin yükselir gibi olduğunu hissedebileceksiniz. Son derece olağan deneyimlemeler  çünkü kanınız  hızlı biçimde oksijenlenecektir. 
 Beyniniz şaşıracaktır. Sizi koruma altına almak için bol miktarda serotonin endorfin salınımını gerçekleştirecektir.  
Lütfen panik yapmayın.
Çalışma bittikten sonra ki duygularınızı düşüncelerinizi çok önemsediğimi de ayrıca belirtmek isterim…
Öncelikle
Kendinizi rahat hissedeceğiniz
Sessiz sakin bir ortam seçiyorsunuz
Bir matınız olması tercih edilebilir.
…..
ve bu ana şükret
şükrediyorum
teşekkür ediyorum…
iletişim randevu

Kurban Bayramı Çocuklara Nasıl Anlatılmalı?

Çok mutlu olduğumuz anlarımızı   ifade ederken de kullandığımız;  yaşamın renkli   anlarının  pekiştirecidir  “bayram” terimi.  

Her kurban bayramında çocuklardan büyük çocuklara kadar işin vahşi bir anlayış olduğundan, gereksizliğinden çeşitli görüşler öne sürülmesi, aynı coğrafya insanından farklı kültürler arasına kadar tartışılan konudur. 

Kurban kesiminin izlenmesi, özellikle 12 yaş öncesi çocuklarında pedagojik açıdan sakıncalıdır.  

Bir canlının hayatını sonlandırma sahnesi çocuğu çok zedeler. 

İster Kurban Bayramı isterse başka bir gün olsun sonuç değişmez. 



Bir köpeğin ya da kedinin can çekişme sahnesinden daha ilerisi bir canlının boğazının kesilmesi izlemesinin yarattığı etkiyi düşünün, lütfen!  “Aman canım ailemiz küçükken izlememizde bir sakınca görmezlerdi!” ya da “Biz izledik de ne oldu?”

 Duygu durumunuzda neler yarattığını tam olarak anlamlandıramıyor,  olabilir misiniz, acaba?

Pek çok ailenin geleneklerin aktarımı için kesim yerine götürmeyi tercih etmesinin aksine  pek çok aile  de daha hassas yaklaşabilmektedir.
Aslında yetişkinler de bu sahnede kurbanın acısını hissetmemek için kendilerini duyarsızlaştırmaktadır!                                        

Çocuklar da duygularını bastırarak duyarsızlaşacak  dolayısı ile  empati yapma yetenekleri zayıflatacaktır.  
Durumu Nasıl Yönetebiliriz?

Kurban bayramının, dini açıdan, o zamanın koşullarına göre analitik değerlendirilerek;
Çocuklarımıza, günümüzde ki gibi kasap, market gibi alışverişin yapılamadığı dönemlerden söz edilebilir. Bu şekliyle o yüzyıllarda her zaman et ve et ürünlerine ulaşılamadığından, çağın gerçeklerine göre bir ihtiyaç olduğu anlatılabilir, mesela.

Günümüzde de pek çok kırsal kesimde kasap ya da market var mı sizce?
Et insan türünün hayatı için gereken bir besin kaynağıdır. Her ne kadar vejetaryen beslenenler et yerine sebze kökenli besinlerle seçenekleri tercih etseler de doğa da bir denge bir dönüşüm vardır .
Bir ikinci görüşüm; insan bir şekliyle hayvan türünün her ne kadar en gelişmiş canlısı olsa da, güdüsel olarak toplayıcı ve avcı dürtüsünü içinde barındırır. Bu şekliyle insanlara zarar vermeden dürtüyü tatmin ederek avcı güdüsünü iyileştirme de hedeflenmiştir. Aslında bu güdü çok iyi biliyoruz ki iyileştirilebilir bir güdüdür!
Durumu anlatmak;  çocuklara,  özellikle  de  3-12 yaş  çocuklara  konunun anlatılması özen ve dikkat ister. 

Bu yaş aralıkları çocukluk,  ergenlik öncesi ve ergenlik dönemi risk faktörünün en çok yaşandığı süreçtir. Bir yandan hayvan doğa sevgisi içinde büyütülen diğer yandan gözlerinin önünde bıçaklarla kesilen, kanları akan ve can çekişen  bir canlının zihinlerde kalıcı resme dönüşen sahnesi  ve hatta daha ileri giderek o çok sevdiği hayvanın kanı alnına sürülüş anı,  zedelenen duygular ve bozulan psikolojiler.
Dinimiz yönünden ise, evladını kurban etmek üzere olan bir baba sembolü…
Bu yaş aralığı soyuttan somut kavramlara geçiş sürecindedir,  sayılar,  kütlesel  hacım kavramı,   olayları nesneleri gruplayabilme organize etme gibi özellikler ile işlem yapan zihinlerin ve duyguların yoğun yaşandığı dönem. 
Çocuğun seviyesine göre akılcı ifadeler seçilmeli! 
   
    –  Özellikle de o yıllarda market kasap gibi alışveriş yapılacak  mekanların olmadığı, etin çok önemli besin kaynağı olduğunu fakat koşullar gereği insanların  et alamadıklarını, dolayısıyla da kurban bayramlarının  bu sebeplerle ayrı bir öneminin olduğundan söz edilmesi, 
 –  Evimizde kesilen etin de gerçekten amacına uygun olarak tasnif edilerek ihtiyaç sahiplerine birlikte dağıtılması ve yalnızca paylaşmanın verdiği keyif ve mutluluk anını birlikte yaşanması,      
   –  Kesimin daha işin ehilleri tarafından yapılması, ev bahçe yerlerde bu işlemin yapılmaması; hijyen, görüntü ve çocukların ortamları görmemesi yalnızca paylaşım anlarını yaşaması, kimlik ve kişiliğin olumlu gelişmesine katkılar sağlayacaktır.    
   –  Bayramların, tatil anlayışından uzak, sevginin paylaşım günleri  olduğunu yaşamaları, hissetmeleri, olumlu mutlu kalıcı izlerin bırakılması.

      – Çocukları bu hoş koşuşturmada  işin içine katarak, hazırlıkların beraber yapılması şeker, meyve tabaklarının ona hazırlatılması gibi işleyişlerle süreç doğru yönetilerek cazip kılınabilir.

………………

Yetişkinler için Bayramlar Tatil Günü mü?

Her bayram gününde eksilen büyüklerimizi sevdiklerimiz; onların bu özel önem verdikleri günlerde beklentilerine cevap verebilmek. 
Aslında paylaşmaktır sevgidir  “seni düşünüyorum” demenin en yalın ifadesidir.
Mutlu olma anlarının en kısa tanımlamasıdır bayram sözcüğü..
Peki ne oldu da? Bu kadar keyif anları anıları yaşatan bayram günlerimizin içi boşaltılarak, sıradanlaştı; tatil günü izin günleri sınıfında yerini aldı.
Bir şeyleri tam anlamıyla anlatılamadı mı?
Bir şeyleri tam anlamıyla anlatamadık mı?
Yaşatamadık mı?
Ya da  anlamamak işimize mi geldi?
Kuşaklar boyu  geleneksel günlerimiz ile ilgili eğitimlerde  bir şeyler yanlış mı gitti?(üzerinde durulması gereken ayrı bir konu!)
Bayramın izin günleri sınıfında kabul edilerek,  izin demek tatil demektir anlayışıyla, bayram günlerinin asıl amacından uzaklaşma sürecini yaşıyoruz, değişen sosyoekonomik, sosyokültürel anlayışlara paralel.
Sıklıkla da :”Nerde o çocukluğumuzun bayramları?”… Diyerek hayıflanılır;
Nerede mi?
İşte, yarın yaşayacağız…
Kimimiz, bayramı tatil olarak yaşayacak,
Kimimiz ise geleneksel bayramların, tadına varmaya çalışarak,
Seçim hakkı ise kişinin, ailelerin kendi özgür iradesinde.
Günlük koşuşturmalardan aile ve aile büyükleri ziyaretlerin yapılamaması,.
İhmal edilen, değerlerimiz
Yakın akraba çocukları birbirlerinden habersiz yetiştiklerinin de farkında mıyız?
Varın,modern dünya insanı olun fakat bayram günlerini aile ve büyüklerle geçirin!
 Tatilinizi de  gerçek tatilleriniz de içiniz rahat olarak yaparak, bir şeylerin eksikliğini  içinize hissettirmeden yapın!
Aslında lezzet burada!
Sanmıyorum ki bayramlarını tatil olarak geçirenlerin rahat ve huzurlu olabildiklerini, genlerimizde var DNA kayıtlarımızda var geleneklerimiz, her ne kadar yaşadığımız çağı insanları olsak da duygusallığını yoğun yaşayan bir ırkız çünkü biz duygu toplumuyuz
Her birimize birbirini dinleyebilme, anlayabilme iletişim dilini  seçebilme sabrının olduğu ortak lisan olan sevgi ve saygının iç içe yaşandığı uzun barış birlik beraberlik içinde bir yaşam  ve keyifle yaşanacak bayramlar dileklerimle.

Her günümüz “bayram” tadında barış ve kucaklaşma günü olsun 

Bayramımız kutlu olsun

” Nefes almak bayramdır mesela; “günün birinde soluksuz kalınca anlar insan…
 …
Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek,
Kurda kuşa yem olmayıp ” çok şükür bugünü de görebildik ” diyebilmek…
Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır”
….
Üstüne serilen bir battaniye. saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan ” anne bayramıdır”

  “Can Yücel” ustaya saygıyla…


Perihan Yıllı,2013 13 Ekim  10:45 




Helikopter anneler ve y kuşağı

https://www.youtube.com/watch?v=jC7-sWCr8y8



Dünya genelinde genç kuşaklar X, Y, Z kuşakları olarak adlandırılıyor. X kuşağı yeniliklere adapte olmaya çalışırken, bir yandan sabırla iş hayatlarında kademe atlıyor; Y kuşağı iş hayatında hemen yönetici olmayı, para harcamak için çalışmayı tercih ediyor, kendi görüşlerinden asla vazgeçmiyor; Z kuşağı ise artık sokakta birdirbir oynamıyor, ipad’ leriyle sosyalleşiyor…

Farklı nesillerin iş yaşamına, teknolojiye ve hatta hayata uyum sağlamaları değişiklik göstermektedir. Burada matematik denklemlerini çağrıştıran X, Y, Z nesillerinin özelliklerinden bahsederken, özellikle günümüz Gezi olaylarıyla ön plana çıkan Y neslini anlamaya çalışacağız.
X nesli, 1965-1979 arası doğanlara denir
Bu durumda en yaşlısı 48, en genci 34 yaşındadır. X nesli kurallara uyumlu, aidiyet duygusu güçlü, otoriteye saygılı, sadık, çalışkanlığa önem veren bir kuşak olarak tanımlanıyor [1]. İş yaşamlarında çalışma saatlerine uyumlu olup iş motivasyonları yüksektir. Belirli çalışma süresinden sonra kademe atlayabileceklerine inanırlar ve sabırlıdırlar. Daha çok yaşamak için çalışırlar. Ayrıca, bu nesil, bir takım icatlara, buluşlara şahitlik etmiştir. Dünyaya gözlerini merdaneli çamaşır makinesi, transistörlü radyo, kaset çalar ve pikapla açan X nesli sakinleri pek çok dönüşüm yaşamıştır. Özellikle, teknoloji açısından düşünüldüğünde, bilgisayar sistemlerinin dönüşümü ve buna bağlı değişen iş yapış şekillerine adapte olmaya çalışmışlardır. Ülkemizin %22’sini oluştururlar [2].
Ynesli, 1980-1999 arası doğanlardır
Y neslinin en yaşlısı 33, en genci ise 14 yaşındadır. Kuşaklar

arası farklılığın en çok hissedildiği nesil özelliği taşırlar. Çünkü onlar bağımsız olmayı seviyorlar, özgürlüklerine düşkünler ve iş yaşamlarında da farklılar. Belirlenen mesai saatleri arasında çalışmayı sevmiyorlar. Bu yüzden, iş saatinden ziyade işe odaklanmaları gerekiyor. Bu durumda onları işin bir parçası haline getirmek önemlidir. X nesline göre Y neslinin örgütsel bağlılıkları azdır ve çok fazla iş değiştirdikleri de söyleniyor [3]. Bir an önce yönetici olmak ya da kendi işlerini kurmak istiyorlar. Onlar, iş hayatını sadece yaşamlarını sürdürebilmek için değil, daha rahat para harcamak için istiyorlar. Y nesli, çok farklı kişisel özellikler taşımakta ve özellikle üniversitelerden yeni mezun olanları kapsamaktadır. Y neslinin uyumsuz olduğu, kendisinden farklı düşünenleri acımasızca eleştiri yağmuruna tuttuğu da bir gerçek. Bu durum aşırı bireyci olmasından ve otorite tanımamasından kaynaklanıyor. Bu nesil kural tanımıyor. Ülkemizin %35’ini oluşturdukları söyleniyor. Yani 27 milyon genç [2].

Z nesli, 2000 yılı ve sonrası doğanlara denir. En büyüğü 13 yaşındadır.
İnternet ve mobil teknolojileri kullanmayı seviyorlar. Günümüzde yaygın olan akıllı telefonlar, ipad’ler ya da tablet bilgisayarlar ile her alanda aktifler. Özellikle internet aracığıyla sosyalleşmeyi tercih ediyorlar. Diğer nesillerden farklı olarak, internet ve teknoloji ile doğdukları tabir edilir. Ülkemizin %17’sini oluşturuyorlar [2]. Oyuncak yerine ipad’lerle oynarlar ve teknoloji ile birlikte büyürler. Bu yüzden de çabuk tüketen bir nesildir. Fakat internet ile fazla haşır neşir olduklarından aynı anda birden fazla konu ile ilgilenebilme yeteneklerinin gelişeceği tahmin ediliyor [1]. Söz konusu bu yetenek aynı zamanda Y neslinde de yaygın olarak görülüyor ve bu tek bir konuya odaklanmaya göre daha pratik olabilir. Bunun en iyi örneklerinden bir tanesine geçenlerde düzenlenen bir konferansta şahit oldum. Konuşmacı konuşmasını yaparken çoğunluğu Y  nesli üniversite öğrencisi olan dinleyicilerden kimisi eş zamanlı olarak konferansın Twitter sayfasında yorumlarda bulunuyor, kimisi ipad’i ile sahnenin resmini çekip Facebook, Twitter gibi sosyal ağlarda paylaşıyordu. Tabi bunlarla meşgul olurken konuşmayı da dinliyorlardı. Aynı anda dinleme, yorum yapma, resim, video vs. yayınlama/paylaşma yeteneği harika bir şey olsa gerek… Fakat kendisi konuşurken yüzüne bakmadığını düşünen X sakinleri bunu “saygısızlık” olarak da nitelendirebiliyor. Zaten tehlike ya da uyuşmazlıklar da bu noktada söz konusu oluyor. Bu tür uyuşmazlıklara özellikle “eğitim” alanında çok sık rastlıyoruz ki birazdan bu konuyu ayrıca ele alacağız.

1946-1964 yıllarında doğanlar “baby boomer” olarak adlandırılıyor
“Baby boom” bir Kuzey Amerikan-İngiliz terimidir. Özellikle Amerika’da II. Dünya savaşının bitiminde başlayıp 1960 yılı başlarına kadar süren, yıllık doğum hızında büyük artış anlamına geliyor. Amerika’da bu dönemde  gelişen ekonomiye de paralel olarak 78.2 milyon kişi doğmuş ve 1955, doğum artış hızının tepe yaptığı yıldır. Bu olay, “baby boom”, bu dönemde doğanlar da  “baby boomer” olarak adlandırılıyor [4]. Şu anda baby boomer neslinin en yaşlısı 68 yaşında, en genci ise 49 yaşındadır. Bu nesil teknolojiden uzaktır, diğer bir deyişle teknolojiyi benimseyememiştir. Teknoloji yaygın olmadığı için çoğu zaman işlerini kendi kendilerine yapmak zorunda kalmış, üretmişlerdir. Bunun yanında, iş sadakatleri yüksektir. Diğer kuşaklardan farklı olarak, iş yaşamları için “çalışmak için yaşamışlardır” ifadesi kullanılabilir. Ayrıca bu nesil için “önce çocuklarına daha sonra ise anne ve babalarına baktılar” ifadesi de kullanılmaktadır [5]. Sadakatlilik ve kanaatkârlık duyguları oldukça yüksektir. Ülkemizin %19’unu oluşturuyorlar [2].
“Daha öncesi yok mu?” diyenler olabilir. Genel olarak nesiller yukarıda bahsettiğimiz şekilde dörde ayrılıyor. Söz konusu yıllardan önce doğanlara ise “sessiz kuşak” diyoruz. Sessiz kuşak, 1927-1945 döneminde doğanlar olarak anılır ki; onlar babaannelerimiz, dedelerimizdir. Diğer bir ifadeyle, Türkiye’deki Cumhuriyet kuşağıdır. Ülkemizin yalnızca %7’sini oluşturuyorlar [2].
Günümüzde Y nesli
Y neslini diğer nesillerden kırılma noktası olarak ele aldığımızda, gerçekten iyi anlamak gerekiyor. Genellikle bu neslin ayrı özellikleri olduğundan habersiz olan popülasyon yaygın olduğundan günümüzde dünya pek çok uyuşmazlık ya da çatışmalara sahne oluyor. Şimdi Y neslinin ön plana çıkan özelliklerini maddeler şeklinde tekrar sıraladığımızda bazı olaylar fotoğraf kareleri şeklinde beynimizde canlanacak.
Bağımsız olmayı seviyorlar, özgürlüklerine düşkünler.
Otoriteyi sevmiyorlar.
Kendilerine kurallar koyulmasından hoşlanmazlar.
İş yaşamlarında kurallara ve mesai saatlerine göre çalışmayı sevmiyorlar. Buna rahatlıkla karşı çıkabiliyor, çok fazla iş değiştirebiliyorlar.
Otorite sevmediklerinden bir an önce müdür olmak ya da kendi işlerinin patronu olmak istiyorlar.
Farklı görüşlerin kendilerine dayatılmasına karşı çıkarlar.
Farklı görüştekileri acımasızca eleştirebilirler.
Kendi görüşlerine karşı olan eylemler gündeme geldiğinde hiç düşünmeden direnişe geçerler.
Direnişleri uğruna ölümü dahi göze alırlar ve istedikleri olana kadar direnmekten vazgeçmezler.
Onlar için gruplaşma ve akranlarına kendini kabul ettirme önemli olduğundan, sosyal gruplara katılma ve birlikte hareket etme önemlidir.
Sosyal medyayı etkin kullanırlar ve görüşlerini rahatlıkla dile getirmekten çekinmezler.
Bir olay karşısında eylemde bulunacakları zaman birliktelik kurmak için sosyal ağları ciddi bir araç olarak kullanırlar ve oradan yapılan çağrıları sorgusuzca kabul ederler.
Son günlerde sosyal ağlar aracılığıyla birliktelik sağlayarak yollara dökülen, Gezi olaylarıyla gündeme damgasını vuran Y nesli değil midir? Ya da kendi görüşlerini anlatmak ve isteklerini kabul ettirmek için günlerce parkta yatıp kalkan ve bundan vazgeçmeksizin direnen Y nesli değil midir? Ve hatta ne demek istedikleri anlaşılmayan da Y nesli değil midir? Ve daha da aklınıza gelen her şey!
Anlaşmazlık nereden kaynaklanıyor?
Konunun uzmanları pek çok konuşma ve yazılarıyla Y nesli çatışmalarının kaynağını açıklıyor. Evet, yanlış okumadınız, söz konusu kuşaklar üzerinde çalışan uzmanlarımız da mevcut. Evrim Kuran, 2001’den bu yana kuşaklar üzerinde çalışan uzmanlarımızdan birisi. Bir söyleşisinde şöyle diyor [2]:
“Y kuşağını iki harfle özetlerim: “BD”. Yani “bullshit detector” (Saçmalık dedektörü). Y kuşağı, kafasına uymayan, saçma durum gördüğünde dayanamıyor, kaynamaya başlıyor. Cumhurbaşkanı olmuş, başbakan olmuş, öğretmeni, genel müdürü hiç fark etmiyor, hemen tepki veriyor. Çünkü bu kuşağın temel değerlerinden biri; adalet duygusu…”
Diğer taraftan Y kuşağı için akranları ve aileleri çok önemlidir. Akranları tarafından kabul görme özelliği yüzünden çok çabuk bir araya gelebiliyorlar. Bunun en büyük yansımasını sosyal medyada gördük. Gezi olayları ile ilgili pek çok bir araya gelme imkânlarını bu mecradan yarattılar. Ayrıca bu kuşağın aileleri çocuklarına çok düşkünler. Bu yüzden onların istekleri söz konusu olduğunda çok çabuk onların seviyesine inebiliyor, sorunlarını halledebiliyorlar. Aileler yeri geldiğinde Y nesli için birer kanka, arkadaş olabiliyor. Yine ailelerin bir araya gelip Gezi Parkı’nda çocuklarını korudukları ve onları desteklediklerini gördük, izledik ki; ailelerin Y nesli çocuklarını ne kadar desteklediklerine verilebilecek en iyi örneklerden bir tanesidir.
Günümüzde Y nesli yanlış değerlendiriyor; tembel, disiplinsiz, prensipsiz oldukları söyleniyor hatta apolitik olmakla suçlanıyor. Hâlbuki Y nesli farklı bakış açılarına sahip. İşte anlaşmazlık da buradan kaynaklanıyor. Y neslinin özelliklerine devam edecek olursak; inançları uğruna sonuna kadar savaşırlar. Bunu yaparken ise direnmek yerine eğlenirler. Akranlarıyla bir araya gelerek kendi doğrularını kabul ettirmeye çalışmaktan zevk duyarlar, tadını çıkartırlar. Özgüvenleri yüksektir. Hele ki ailelerinden onay olarak bunu yapmaları onları doruk noktasına çıkartıyor, kendilerini daha da özgür hissediyorlar.
Toplumda görülen “ötekileştirme” yaklaşımına Y nesli katılmıyor ve bunun yanlış olduğunu düşünüyor. Y nesli ötekileştirmek bir yana, eş cinsel, muhafazakâr ya da herhangi birisi olsun birbirine eş tutuyor, kendi neslinden herhangi birisi ile aynı ortamda bulunabiliyor, birlikte direniyor. Bu kuşak her şeyin sahici olmasını istiyor [5].
Sonuç olarak, toplumun bu gençlerin dilini öğrenmesi gerekiyor! Onları anlaması, yanlış değerlendirmemesi gerekiyor! Örneğin, Gezi olaylarıyla onlar birer halk ayaklanması yarattıklarını düşünmüyorlar, aksine binlerce insanın birlikte iletişim kurabildiklerini, birlikte bir bağ oluşturabildiklerini düşünüyorlar. Toplum tarafından yanlış anlaşılmalarına daha iyi örnek ne olabilir ki!
Eğitim camiasında Y nesli
Eğitim camiasında özellikle üniversitelerdeki durumları ele alacağız. Çünkü Y nesli çoğunlukla üniversite öğrencilerinden oluşuyor. Üniversitelerdeki öğretim elemanları ise çoğunlukla X ve Baby boomer nesillerinden ki, tehlike burada başlıyor!
Y neslinin genellikle dersleri dinlemeyen, tembel öğrencilerden oluştuğu zannediliyor. Hâlbuki IQ seviyeleri oldukça yüksek. Onlar aynı anda birden fazla iş yapmaya o kadar alışkınlar ki, derslerde de farklı şeylerle meşgul olmak istiyorlar. Örneğin, herhangi bir cep telefonu uygulaması veya internette sosyal ağ, blog vs. uygulamalarını ders esnasında da takip etmek, sosyal dünyalarından kopmamak istiyorlar. Tabi bu da X nesli öğretim elamanlarını çılgına çevirebiliyor. Aslında aynı anda birden çok etkinliğe dahil olmak istiyorlar. Tek bir şeye konsantre olmak onlar için sıkıcı.
X nesli genellikle disiplini sever ve aynı anda birden fazla işle meşgul olma yeteneği pek yoktur. Bu durum onları Y neslinden ayırır ve özellikle öğrenme-öğretme etkinliklerinde sorun yaşamalarına sebep olur. Böyle bir durumda, öğretim elemanları “dersi dinlemiyorsun”, “dersi dinlemeyen dışarı çıkabilir”, “ne kadar saygısızsın” gibi tepkilerle öğrencilerin derse olan ilgi ve motivasyonlarını düşürebiliyor. Uyuşmazlık da işte bu noktada başlıyor. Öğretim elemanı kapasiteli öğrencileri “tembel, işe yaramaz” gibi sıfatlarla yanlış tanıyabiliyor. Bu durum belki de onların geleceğine dahi engel olabiliyor.
Baby boomer kuşağındaki öğretim elemanları X kuşağına göre daha disiplinlidir. Yeniliklere daha zor adapte olabiliyor. Bu durum Y kuşağı ile uyuşmazlıklarını daha da arttırıyor.
Son günlerde “eğitimde sosyal ağların kullanımı” konuşuluyor. Bunun sebebi, teknolojiye meraklı Y nesli üniversite öğrencilerinin Facebook, Twitter gibi sosyal ağlarda günlük olarak çok sık vakit geçirmeleridir. Bu durumda, X nesli ve baby boomer sakinleri Y nesli ile sosyal ağlar aracılığıyla köprü kurabileceğini düşünüyor. Öğrencilerin kendilerini en açık olarak ifade ettikleri bir mecra olarak düşünüldüğünde sosyal ağlar, eğitim amaçlı kullanılabilir. Fakat bu durum teknolojiden uzak olan baby boomer’lar ile yeniliklere adapte olmaya çalışan x neslinin hoşuna gitmeyebiliyor.
Üniversitelerde “anlayış değişikliği” ya da “değişime adapte olma” olarak ifade ettiğimiz bir takım tutum değişikliklerine ihtiyaç olduğu kesin. Bunun yanı sıra, bazı öğretim elemanlarımızın bireysel olarak başlattığı çabaları da görmezden gelemeyiz. Ercüment Büyükşener’in “yeni medya” isimli bir konferansta anlattığı “facebook’u dersine nasıl entegre ettiği” örneği oldukça çarpıcıdır [6]. Dersinin bazı haftalarını yüz yüze bazı haftalarını ise facebook sayfasından yürüttüğünden bahsediyor. Facebook’ta yoklama aldığını, sınav yaptığını, öğrencilerin ortamdan bağımsız olarak istediği yerden derse katılım sağladığını ve hatta katılımın kayda değer oranda yüksek olduğunu söylüyor. Öğrenci görüşlerini almayı ihmal etmeyen öğretim elemanı, Y neslinden olan öğrencilerinin bu uygulamadan çok memnun kaldıklarını ve derse daha çok motive olduklarını belirtiyor.
Ayrıca, yapılan pek çok araştırmada, üniversite öğrencilerinin sosyal ağları etkin kullandıkları görülüyor. Bu konudaki bir çalışmada, üniversite öğrencilerinin sosyal ağları eğitim amaçlı kullanıp kullanmadıkları sorgulanmıştır. Buna göre, öğrenciler “okul proje/ödevleriyle ilgili araştırma yapmak” için sosyal ağları %71,9 oranında, “eğitim amaçlı grupları ve etkinlikleri inceleme” amaçlı ise %81,3 oranında kullanıyor.  Ayrıca, “güncel, farklı bilgiler ve düşüncelerle karşılaşmak” için sosyal ağ kullanım oranı %89’a varmakta [7].
Sonuç olarak, gençler sosyal ağların eğitim amaçlı kullanılabileceğine inanıyor. Derslerin Facebook ortamında yürütülmesi örneğinde de motivasyonlarının çok yüksek olduğu görülüyor. Bu durumun X ve baby boomer nesillerine anlatılması gerekiyor ki; sosyal ağlar aracılığıyla öğrencileri ile aralarında köprü kurabilecekleri gerçeği her türlü gözler önüne seriliyor.
Evet, nesiller X, Y, Z olarak ayrılıyor. Hatta buna baby boomer ile sessiz kuşağı da ekliyoruz. Fakat nesillerin belirli noktalarda birleştirilmesi, hatta birleşirken aralarda geçişlerin olması insanlığın uyum içinde yaşaması için gerekiyor. Burada nesillerin özellikleri devreye giriyor. Her bir nesil eğer birbirinin özelliğini bilir ve ona göre anlayış geliştirirse uyum içinde yaşamak ancak o zaman mümkün olabilecektir.
Kitap Satış Noktaları

Kitapla Tedavi "bibliyoterapi"

Katkı sundunuz teşekkürlerimle…”Çok satan ve tükenen kitapları  inceleyebilirsiniz”


Yaşamda her seçim aslında bir vazgeçiştir; 
Vazgeçebilen kişi başkalarına değil bir tek kendine tutunur ve kendisin hazırda bekleyen pek çok fırsat seçeneğinin kapısını aralar…

Kitapla Tedavi
Kısa adı bibliyoterapi

Kitapla Tedavi’ nin Amaçları:

Kişinin duygusal sorunlarını anlayabilmesini sağlamak,

İçinde bulunduğu ruhsal durumuna ayna tutabilmek.

Yaşama karşı uyumsuzluk oluşturan durumlarını aşabilmesine yardımcı olmak,

Bilgi ihtiyaç duyduğunuz an sizi bulur!

İhtiyacınıza yanıt verecek kitapla buluşmanızla serüveniniz başlar!

Bibliyoterapider ki “ siz, doğru kitabı elinize aldığınız anda aslında kendi kendinizi iyileştirmeye başlıyorsunuz!

Birey, okuyarak içine girdiği bu dünyada yüzleşmekte zorlandığı konularını belirlenmiş teknikler aracılığı ile çözmesi bu terapinin ana temasıdır.

Çoğu zaman kitapların yanı sıra video ve benzer materyallerle bireyler başarılı uygulamalar yapabilmektedirler.

Kişi,kitap ile dinamik bir ilişki kurabildiği an terapötik süreç başlar ki kişi burada kendini tehdit altında hissetmediği içten bir sürece başlar.   

Bu sürecin üç aşaması vardır;
  • Özdeşim ve yansıtma,
  • Arınma, rahatlama, “travma oluşturan olaylardaki duygulara inilerek yeniden hatırlanması ile hissedilen heyecanın boşalması sayesinde hissedilen huzur”
  • İçgörü, bütünleşme
Hazırlık aşaması;

Bu süreçlerin sağlıklı işlemesi için kitap seçiminde ya uzmandan kitap önerisi alınması ya da böyle bir şans yoksa yazarın profesyonel uzmanlık alanının incelenmesi önemlidir.

Ayrıca, mutlaka popüler isimler yazımı başarıyor diye düşünülmemesi. 

Çünkü eğitim-psikoloji alanında popüler olmasa da yıllarını bu işe adamış akademisyenlerin olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekir!
Bibliyoterapitedavi sürecinde kişinin kendini anlaması için ,

“duygularını yönetebilmesi” amaçlanmaktadır. 

Bunun için de “duygularını tanıması,  ne hissettiğini bilmesi, içselliğini doğru yaşaması,  ne istediğini bilmesi” hedeflenmektedir.

Bibliyoterapi tedavi sürecinde kişi, problem olarak tanımladığı duygusal sorunlarıyla yüz yüze gelebilmektedir. 
Yüzleştiği her sorunu olumlu değişimler, gelişimler oluşturabilmektedir.

Duyguların Yönetimi ile;

Karşısına her an çıkabilecek duygusal sıkıntılarla baş edebilmeyi deneyimleyerek sorunlara farklı şekillerde yaklaşım sergilemesine zemin oluşturacaktır. 

Duygusal zedelenmelerini tedavi edebilecektir. Çünkü hiç farkında olmadığı duygularını keşfedecektir.  
Bibliyoterapi sürecinde, kimi zaman kişi bazı duygularını keşfedebilmektedir. 

Adını koyamadığı duygularını bulan, bu duygularının ihtiyaçları doğrultusunda karşılanabildiğini öğrenen birey, terapi sonucunda olumlu neticeler alabilmektedir.

Bibliyoterapi süreci,  pek çok sorunun psikolojik anlamda çözülebildiği tedavi yaklaşımıdır. 

Bireylerin,  pek çok sorunda yalnız olmadıklarını fark etmeleriyle de kendilerini dış dünyadan soyutlamadan çözüme yaklaşmalarına katkı sağlar.

Son olarak,

Bireyin, kendi kendisinin terapisti olmasını hedeflediğim
iki kitap hazırlamamın huzuruyla…
Kişisel gelişim kategorisinde hazırladığım ilk kitabım tükenmiş olup, çok az sayıda ulaşılabilmektedir. 

Kendine katkı sunmayı ilke edinen , gelişimlerine sahip çıkan, okuyan kitap dostlarıma sonsuz teşekkürler

İçindeki Sonsuz Güce 

Kitap İnceleme  Adresleri





http://pozitifid.blogspot.com/2013/12/21-gun-kural-nedir.html

   Şu anınız ile geleceğinizi, 
     gönlünüzce kucaklayacak kişi sizsiniz…
Bütün mesele seçimlerinizin  yöneticisi olmanızda

Seçtiğiniz pozitif yeni başlangıçlarınızın 

hedefe yönelmesini ve  sürdürülebilirliğini önemsiyoruz    

Yeni Bir Kitap

https://www.perihanyilli.com/
https://www.instagram.com/perihanyilli/
https://pozitifid.blogspot.com/
https://www.idefix.com/Kitap/Icindeki-Sonsuz-Guce-Uyan/Egitim-Basvuru/Kisisel-Gelisim/urunno=0001811358001

Kitap Önsöz”den alıntı, 

İçindeki Sonsuz Güce UYAN maya hazır mısın?
Çoğumuz zaman zaman hayatın içimizi acıtan yükü altında sıkıştığımızı hisseder, hayatımızı aydınlatacak bir yaşam ayracı bekleriz. Olgunlaşma sürecine girmemizin nedeni ağırlaşan yüklerin taşınamayacak duruma gelmesidir. Bu kitap; hayallerinizin, duygularınızın, inançlarınızın çevresindeki kalelerin kapılarını aralamak hakkındadır. 
………….



Üçüncü bölüm
-İLİŞKİLER,  DUYGULAR, İDEAL AŞK-  Bölümünde, öncelikle “Kendimizle duygularımızla nasıl rezone olacağız?” sorularına yanıt aradım. 

Sonrasında ise yaşayan bir birey olarak toplumsal ilişkiler içinde kaygılarla yaşarken aslında hayatın bizi ne kadar çok sevdiğine şahit olacağız. 

Tabii ki “aşk” ve “ideal aşk”a da yer vermeye çalıştım. 

Gerçekleşmesini arzu ettiğimiz ilişkilerimizde, ideallerimizde “çekim yasasını nasıl işler hale getireceğiz” sorularını sistematik net çözümlerle formüle etmeye çalıştım. 

Çekim yasasını günlük yaşamda kolay uygulama örnekleriyle konuları afirmasyon çalışmalarıyla genişlettim. 


Yine bu bölümde enerji alanımızı, rezonans alanımızı nasıl koruyacağız,  sürdürülebilirliğini nasıl sağlayacağız konularında işinize yarayacak çözüm odaklı pratik çözümler üretmeye çalıştım.
Dördüncü Bölüm

21 GÜNDE DEĞİŞİM /21 GÜNDEZİHNİNE FORMAT AT dördüncü bölümünde ise öncelikli ihtiyaçlara cevap verecek konuları analiz ettim. 

21 gün süresince uygulanacak olumlama çalışmaları farkındalığınıza katkı sağlamak üzere tasarlanmıştır. 

Aslında hayatımızı olumlamaya karar verdiğimiz an kurban rolünden de sıyrılmaya başladığımıza tanık olacağız. 

Çünkü “kendi gücüne UYANmak, çaresiz olmadığını görmek” bireyin kendini tanıması anlamına gelir. 

Hayatınızın içinde her olumladığınız içerik yeni bir deneyim için fırsatlar sunar. 

Çekim yasası doğanın kanunudur. Kişisel bir şey değildir;

iyi şeyler ya da kötü şeyler; 

çekim yasası sana her ne düşünüyorsan onları verir ve hayat tecrübesi olarak yansıtır



Her birimiz bu dünyaya hayatı sevmek kendimizi iyi hissetmek için gelmedik mi?

Hayat da seni sevmek için senin ona izin vermeni ve gücüne UYANmanı bekliyor. 

Siz değişim ve büyüme serüveninizin harika yolcususunuz.

Yolculuğunuzu tadına vararak yaşayın!

Perihan Yıllı,2019 Mayıs

https://www.idefix.com/Kitap/Icindeki-Sonsuz-Guce-Uyan/Egitim-Basvuru/Kisisel-Gelisim/urunno=0001811358001

https://www.kitapdenizi.com/icindeki-sonsuz-guce-uyan
https://www.instagram.com/perihanyilli/

https://www.instagram.com/p/BxZanNvnwOi/

https://www.instagram.com/p/BxO7uy9nHVj/

/https://www.instagram.com/p/BxMhBdinHzn/

https://www.instagram.com/stories/highlights/17858150806392161/

https://www.fidankitap.com/kitap/icindeki-sonsuz-guce-uyan-21-gunde-zihnine-format-at-perihan-yilli-9786053064848

https://www.dr.com.tr/Kitap/Icindeki-Sonsuz-Guce-Uyan/Egitim-Basvuru/Kisisel-Gelisim/urunno=0001811358001

https://www.youtube.com/watch?v=XIkqmnjnBr0

Duygu Yönetimi Uygulamaları

https://www.perihanyilli.com/

https://www.instagram.com/perihanyilli/following/

https://www.idefix.com/Kitap/Icindeki-Sonsuz-Guce-Uyan/Egitim-Basvuru/Kisisel-Gelisim/urunno=0001811358001

https://pozitifid.blogspot.com/

Duyguyönetimi; iş yaşamından,  sosyal ve özel ilişkilerde günümüzün  üzerinde çalışılması gereken konusudur. 
Modern dünyanın temel problemlerinden biri de ilişkilerde tepkiselliktir. Karşılıklı etkileşimlerde tetiklendiğimiz anlarımızda ya küsüyoruz içe dönüyoruz, ya da dışa dönük şiddete yönelik davranış sergiliyoruz. 
Tetiklenmelerin sıklık derecesini de duygusal hoşgörü seviyemize bağlı olarak sürekli tepkiler veriyoruz. 

Nöropsikolojide “sinir sistemi esnekliği” de denilen bu durumlarda esneklikte yetersizlik yalnızlaşan insanların artmasına sebep oldu. 


Sayısız sebeplerden ve yarattığı sonuçlardan dolayı;

“Duygusal zeka (EQ), ve

    Entelektüel  yetenek (IQ)” üzerinde durmak isterim…


Yaşam boyu sürdürülebilir mutluluk ve başarı için duygusal zeka (EQ),  entelektüel  yetenek (IQ) kadar  önem taşır.
 EQ dediğimiz duygusal zeka kişilerde; güçlü ilişkiler kurma, kariyerinde başarı ve bireysel olarak hedeflediği  amaçlarına ulaşmasında hayatını daha karmaşık durumdan daha yalın duruma getirmesine katkılar sunar. 
 Duygusal zeka (EQ); olumlu şekillerde duyguların yönetimi, empati,  etkili-etkin iletişim,  güçlüklerin üstesinden gelme, çatışmayı etkisiz hale getirme yeteneğidir.
Duygusal zekanın dört basamağını bilmekte yarar var;

Öz bilinç, kendini tanımakla başlar. 
Kendi duygularını tanımak, farkında olmak. Düşünce ve davranışlarını nasıl etkilediğini; güçlü-zayıf yenlerini bilmek kendine güveni destekler.
Öz Yönetim; dürtü(doğuştan gelen ilkel fizyolojik ihtiyaçların psikolojik boyutu) ve davranışlarını kontrol altında tutabilmek.  Değişebilen koşullara adapte olmaktır.

Farkındalık;  başkalarının duygularını,ihtiyaçlarını anlayabilmek.

İlişkiler; ilişki yönetimi “ sürdürülebilir  pozitif ilişkiler geliştirmek.  

Peki,  yüzyıllardır başarı zeka üzerinde çalışırken,  neden  son yıllarda EQ bu denli önemsenir oldu?

Ampirik çalışmalar gösterdi ki!
En başarılı insanların en zeki insanlardan çıkmadığı! Hatırı sayılır başarıları olan insanların özel yaşamlarında sınıfta kaldıkları!  
Şöyle bir düşünün,  “bir iş görüşmesindesiniz ya da hayat meselesi yaptığınız bir sınava giriyorsunuz!”  eğer duygularınıza ya da stresinize yenik düşerseniz, ne olur? 
Benzer durumlarda ve her durumda duygu durumlarınızı yöneten,  duygusal zekanızdır.
Günümüzde işe alımlarda şirketler elemanlara EQ testi uygular.
Biyopsikoloji  alanına sıkı sıkıya bağlıyım diyebilirmiyiz?…

Stresin insan sağlığını yüzde yüze yakın seviyede etkilediğini artık biliyoruz! 

Siz,  stres derecenizi yönetemiyorsanız davranışlarınızı da fiziksel sağlığınızı da yönetebilir misiniz?  

Kontrol edilemeyen stres kişileri kontrol altına alarak dış ve iç dünyasına karşı savunmasız hale getirir.

Pek çok sebepten dolayı duyguları anlamak kontrolünü sağlamak öncelikle bireyin kendini anlaması ve çevresiyle etkili-etkin sürdürülür ilişkiler sağlayabilmesinin birincil-öncelikli basamağıdır.
Sağlıklı ve uzun ömrün sırrının güvenli bağlarla kurulan sosyal ilişkilerde olduğunu bilimsel açıklamalar göstermektedir.
*Duygusal zekamızı yükselterek duygularımızı nasıl yöneteceğiz?  Sorularına çözümler ve bol bol uygulamalara yer verdiğim kitaplarımdan oldukça yararlanacağınıza inanıyorum…
Her birimiz bu dünyaya hayatı sevmek kendimizi iyi hissetmek için gelmedik mi?


Hayat da seni sevmek için senin ona izin vermeni ve gücüne UYANmanı bekliyor. 


Siz değişim ve büyüme serüveninizin harika yolcususunuz.

Yolculuğunuzu tadına vararak yaşayın!


Perihan Yıllı,2019 Mayıs 

https://www.idefix.com/Kitap/Icindeki-Sonsuz-Guce-Uyan/Egitim-Basvuru/Kisisel-Gelisim/urunno=0001811358001

https://www.kitapdenizi.com/icindeki-sonsuz-guce-uyan
https://www.instagram.com/perihanyilli/

https://www.instagram.com/p/BxZanNvnwOi/

https://www.instagram.com/p/BxO7uy9nHVj/

/https://www.instagram.com/p/BxMhBdinHzn/

https://www.instagram.com/stories/highlights/17858150806392161/

https://www.fidankitap.com/kitap/icindeki-sonsuz-guce-uyan-21-gunde-zihnine-format-at-perihan-yilli-9786053064848

https://www.dr.com.tr/Kitap/Icindeki-Sonsuz-Guce-Uyan/Egitim-Basvuru/Kisisel-Gelisim/urunno=0001811358001

resim kaynak :https://tr.pinterest.com/pin/30680841197748085/?lp=true

Çocuk Oyun Terapisi

Oyun çocuğun dili, oyuncaklar da kelimeleridir.(Landreth, 2002)         

“Çocuk Oyun Terapisi” tekniği ülkemizde son dönem çocuk terapi tekniğidir.
Ebeveynlerin “çocuk-oyun” sözcükleri karşısında verdikleri ilk tepki, genellikle;
”Benim çocuğum bütün gün oyun oynuyor ya da oyun oynamaya bayılıyor”.
….
Psikoterapide çocuklarla çalışılan pek çok kuram ve teknik bulunmaktadır. Ancak konu “çocuk” olduğu için ilk akla gelen teknik kuşkusuz “oyun terapisi” olacaktır. Çocuk oyun terapisi, çocukların sihirli iç dünyalarına ulaşmakta oldukça etkin ve etkili metotlar sunar.

Oyun terapisi, çocuğun sorun yaratan problemlerini anlamak onun duygularını ve tutumlarını keşfederek kendini bunlarla yüzleştirerek çözüm bulmayı amaçlayan bir sağaltım tekniğidir. 

Yetişkinlerde problem yaratarak yaşam kalitelerini iyileştirmek için sayısız terapi yaklaşımları vardır. Ancak çocukların kendilerini ifade etme yetileri yetişkinler gibi olmadığından kendilerini üzen durumları ifade etmede zorlanırlar. İşte oyun terapisi çocuklara duygularını, düşüncelerini, ihtiyaçlarını ve isteklerini en doğal şekli ile iletme şansı verir.

Özellikle de başlarına gelen anlatmakta zorlandıkları ya da çekindikleri yaşamsal gerçeklerini sözlerle oyun diliyle anlatırlar. Terapi sürecinde çocuk kendini daha rahat ifade edeceği güven ortamını yaratarak sınır koyabilmeyi, kendi sorunlarıyla yine kendi başa çıkabilmeyi keşfedecektir. Oyun terapisti ise çocuğun ihtiyacı olan duygu, düşünce, ihtiyaç ve arzularını en olağan ifade şekli olan oyunla paylaşma şansı yaratır.

Aslında yetişkinler için danışmanlık alma ne ise çocuk için de oyun terapisi aynıdır. Genel anlamda oyunun temel amaçları; bilişsel ve motor gelişimini desteklemesi ile duygusal çatışmaların çözümünü sağlamaktır.

Çocuk için oyun gerçek hayatın provasıdır aslında.
Oyuncaklarıyla provalar yaparak gerçek hayatta karşılaşacağı şeyleri deneyimler. Oyun ile terapötik bir bağlantı kuran çocuk duygularının farkına varmayı,  onları kontrol etmeyi, bir takım arzularını bastırmayı öğrenir. Oyun kurgu etkileşimlerinde empati yapmayı,  kurallara uymayı, sosyal ilişkilerinde diğer bireylerle iletişim kurmayı öğrenmeye başlar.

Çocuklara psikolojik sağaltımda oyun terapisi kullanmak sayısız yararları açısından etkileşim içeren bir tekniktir.
Psikoloji tarihinde çok kısa örnekleme yapacak olursak,
Freud’a göre Oyun Terapisi Tekniği aracılığı ile çocuk;
“Tabu olarak bilinen içgüdülerini daha rahat ifade edecektir. Arzularını gerçekleştirecektir. Travmatik yaşantılarının üstesinden gelecektir. Aynı zamanda da oyun ile kendini yetişkin hayatına hazırlayacaktır.”

Oyun terapisi hangi durumlarda, kimlere uygulanabilir?

·         3-11 yaş çocuklar için uygun olarak kabul edilir.
·         Boşanma yaşayan ailelerin çocuklarına,
·         Aile içi şiddet gören çocuklara,
·         Evlat edinilmiş çocuklara,
·         Okulda saldırgan davranışlar sergileyen ve arkadaşlarına saldırganca yaklaşım sergileyen çocuklara,
·         Arkadaşları tarafından saldırıya maruz kalan çocuklara,
·         Kaygı, korku, fobi gibi durumları olan çocuklara,
·         Uyku bozukluğu yaşayan veya kabuslar yaşayan çocuklara,
·         Kardeşler arası kıskançlıklar yaşayan çocuklara,
·         Travmatik yaşam olayları ya da krizlere maruz kalan çocuklara,
·         Ailede kayıp yaşayan ve yas sürecini yoğun yaşayan çocuklara,
·         Konuşma bozukluğu yaşayan çocuklara; örneğin, kekemelik, bebek taklit konuşması, tekrarlayıcı dil, vb)
·         Hiperaktivite ve Dikkat eksikliği (DEHB) tanısı konulmuş çocuklara,
·         Ders çalışma ya da okumada problem yaşayan çocuklara,
·         Fiziksel, duygusal ve cinsel tacize uğramış çocuklara,
·         Arkadaş edinemeyen, akran iletişimi kurmakta zorlanan ya da akranlarıyla bir arada olmak istemeyen çocuklara,
·         İçe çekilmiş izole yaşamı tercih eden çocuklara,
·         Hiçbir durumda mutlu olamayan çocuklara,
·         Alt ıslatma problemi yaşayan çocuklara,
·         Uygun olmayan davranışlar sergileyen çocuklara,
Oyun terapi tekniği uygulanabilmektedir.
Çocuğunun psikolojik gelişim sürecini merak eden ebeveynler,
Çocuğumun dünyasında ben neredeyim? Acaba, yeterli bir anne-baba mıyım? Çocuğumla iletişim dilim, ilişki bağım ya da bağlantm doğru ilerliyor mu? Anne/Baba rolümde yeterli olabiliyor muyum? Çocuğumla ya da aile içi rollerin işleyişi, gibi her ailenin farklılıklar içeren ve bir uzmanın gözlemlemesi gereken özel durumları olabilmektedir. 
Tereddütleri,kaygıları yaşayan ebeveynler de oyun terapisi ile çocuklarının iç dünyalarına ulaşabilirler!

Oyun Terapisti Kimdir?

Çocuk oyun Terapisti ve uygulayıcısı, alanında oyun psikoterapi eğitimi almış uzmanlardır.
Oyun terapisti çocuk gelişimi konularına vakıftır. Çocukların gelişimsel dönemlerini iyi bilir ve terapi sürecini akademik bilgilerine göre yönlendirir.  Çünkü,  terapiyi uygulayan kişi çocuğu gözlemleyecek, elde ettiği problem bulgulara göre terapi sürecini belirler ve çocukla birlikte ilerler. Aksi durumda sadece çocukla birlikte oyun oynayan onunla zaman geçiren sıradan bir oyun ablasından ileriye geçemeyen ve problem çözmeden çok uzak bir paylaşım süreci yaşanacaktır.

Yapılan çalışmalara göre;

Çocuk Oyun Terapisi’ nin çocuklara kazandırdıkları,

Problem oluşturan davranışların ortadan kalkması,
Benlik saygısı gelişimi, terapistle etkileşim
“Güvenli alandayım ve beni dinleyen, anlayan beni bir birey olarak gören tanıyan biriyle birlikteyim.”
Duygularını anlama, anlamlandırma,  terapistle etkileşim
“Duygularım, düşüncelerim anlaşılıyor ve ben bunu rahatça ifade edebiliyorum.”
Kendini tanıma fırsatı,
“Benim varlığım kabul ediliyor ve olduğum gibi kabul ediliyor onaylanıyorum.”
Kendini izleme, kontrol gelişim fırsatı
“Oyun odası içinde kendim için bir şey yapabilirim.” Kendiyle ilgili gelişim fırsatlarını değerlendirir.
Kendinin ya da çevresinin onaylanmayan, kabul edilmeyen davranışların kontrol edilebilir duruma gelerek istenen olumlu davranışa dönüşümü, süreci.

Oyun Terapisi Seans süreleri

Vakaya göre değişim gösterecektir
Kısa süreli: 10 ve üstü seans
Uzun süreli: 1 yıl ya da daha uzun süreli olabilmektedir,
Seans süresi: Ortalama 30-50 dakika sürmektedir.
Filial Terapi (aile ile birlikte): 30 dakikalık,  15-20 seans aile ile birlikte sürdürülür sonrasında aile uygulamayı çocuğuyla birlikte devam ettirecektir.
Terapi her çocuk için farklı işler ve bir çocuğun oyun terapisinden yarar sağlayabilmesi için her hafta ya da iki haftada bir gelmesi tercih edilir.

“Alanında uzmanlaşmış bir oyun terapistinden destek almaktan kaçınılmaması önerilir. Bilinmeli ki, çözümlenemeyen sorunlar çocuğun tüm yaşamını etki altında tutacaktır. Çünkü çocuk kendini ve dünyasını daha iyi anlamayı, problemlerinin farkına varmayı çözmek için çaba harcaması, hayatla başa çıkmayı öğrenmesinin çok önemli adımlarıdır”
Bundan daha muhteşem bir şey var mı?

Oyun terapi seans süresinden sonra dikkat edilmesi konular, nelerdir?

Unutulmamalı ki, bu sıradan bir oyun değildir!
“Ne yaptınız içerde, ablayla oyun nasıl geçti?” gibi sorulardan kaçınılmalıdır!
Çocuk için terapi süresi, terapisti ve kendisi arasında paylaştığı özel bir zaman olarak görmeli!
Seans süresinde paylaşılan her şeyi anlatmak durumunda da değildir. Kendisi aldığı terapiyle ilgili bir şeyler anlatmak isterse paylaşmasına izin verilir. Ancak çok meraklı inceleme amaçlı sorular tavsiye edilmez.
Zaten terapiye başlarken aile olarak sizlere bu konuda ayrıntılı bilgiler verilecektir,   bu konuda panik yapılmaması önerilir.  

Çocuğunuzu terapiye götürmeye karar verdiniz,   peki bunu ona nasıl açıklamalısınız?

Uygun bir zaman diliminde çocuğunuza kendisini önemsediğini hissettirerek, “yumuşak bir ses tonu, beden dili ile konuşun ve ona şöyle söyleyin;
Hepimizin zaman zaman kendimizi iyi hissetmediğimiz zamanlarımız olabilmektedir. Kendini daha iyi hissetmen için sana yardımcı olacak bir ablaya/ağbiye gideceğiz ve orada oyunlar oynayacaksınız.
…….
Tabii orada oyuncaklar, boya kalemleri ilgini çekecek çok şey var. Orada oyun da oynayabilir bazen birlikte sohbet de edebilirsiniz..
Son olarak,
Nasıl bir ergen ve erişkin bir birey görmek istiyorsanız
“ilk çocukluk dönemine o kadar önem veriniz”

Perihan Yıllı

Oyun terapisi için randevu alabilirsiniz




İçindeki çocukla kavuşmak isteyenlerin başucu kitabı tüm kitap evlerinde

Kitap Satış Noktaları

Mimaride Renk Algısı

 Therapinterior
Yaşadığınızmekanda tercih ettiğiniz renkler kişiliğinizin doğrudan yansımasıdır. Renkler ruh halimizi, duygularımızı, hareket ve düşüncelerimizi her an etkiler. Bu nedenle iyi tasarıma sahip bir mekan için ana unsur kişiliğinizi yansıtan ve size doğru etki yaratmasını istediğiniz tonları seçerek, mekanla uyum içinde bir araya getirmektir.

Öneri ve online tasarım hizmeti için ziyaret edin;



Renk, sadece doğal ortamda değil, aynı zamanda insan yapımı mimari ortamda da, dünyamızın ayrılmaz bir öğesidir. Bilimsel çalışmalar, mimari ortamda insan-çevre etkileşiminde renk algısının duyusal algılamaya büyük oranda etki ettiğini kanıtladı. Bilimsel çalışmaların yanısıra, doğada var olan yaşam enerjisini mekanlarda harekete geçirerek sağlıklı mekanlar yaratmayı amaçlayan çin öğretisi Feng Shui’ye göre renkler çok büyük önem taşıyor. Enerjimizin aktığı noktalar olan çakralarımızın her biri bir renkle ilişkilidir ve bu renklerin farkında olarak hayatınıza katmanız, ilgili çakradaki enerji ve hareket akışını açmaya ve etkinleştirmeye yardımcı olabilir.
Mekan psikolojisi üzerinden çakra renklerini referans alarak mekanlarda ağırlıklı olarak tercih edebileceğiniz renklerin hangi etkileri yarattığını incelemenin, “İYİ” hissettiren mekanları ortaya çıkarmada iyi bir rehber olacağına inanıyorum.


Kök çakrayı temsil eden kırmızının, omurgaya iyi gelen özelliği vardır, kan basıncını yükseltmek, solunum ve kalp hızını artırmak için kullanılabilir Koltuk kumaşlarınızda ve yastıklarınızda bu rengi tercih etmeniz omurga sağlığını olumlu yönde etkileyebilir. Psikoloji ve algı yönündeki araştırmalar referans alınarak incelendiğinde kırmızı rengin, enerji, savaş, tehlike, güç, güç ve kararlılığı ifade ettiği gibi tutku, arzu, sevgi ve savurganlık duygularını da çağrıştırdığı ortaya çıkıyor. Açık kırmızı sevinç, cinsellik, tutku duyarlılığı ve sevgiyi temsil eder.  Bu nedenle açık kırmızı tonlarını yatak odanızda rahatlıkla kullanabilirsiniz. Bunların yanısıra, kırmızı baskın ve iddialı bir renk olmasından dolayı bazı insanları sinirlendirebilir. Öfke ve düşmanlık duygularını çağrıştıran bu rengin iddialı karakterinden dolayı bir odanın ana rengi olarak kullanımından kaçınılması daha doğru olacaktır.  Pembe ise, kalp çakrasının renklerinden biri olduğundan sevgi ve bereket enerjisini çekmek istediğiniz mekanlarda en doğru tercihlerden biri olacaktır.

Turuncu renk, neşe, güneş ışığı ve tropik iklimle ilişkilidir. Bu renk coşku, hayranlık, mutluluk, yaratıcılık, kararlılık, cazibe, başarı ve teşvik duygularını temsil eder. Mide ve genital bölge arasında yer alan sakral çakranın rengi olan turuncunun yatak ve nevresimlerde kullanımı yaratıcılığınızı artırıcı etkiye sahip olabilir. Sıcaklık, heyecan ve coşku uyandıran turuncu rengi yoğunluklu olarak hareketin aktif olduğu alanlarda kullanmanız daha faydalı olacaktır. Kırmızı tonlarındaki turuncunun da iştahı artırdığı gözle görülür bir gerçek, bu nedenle mutfak için harika bir renktir, ancak çok yoğun kullanımda rahatsız edici olabilir.
                          
Midenin üzerinde yer alan Solar Plexus çakrasını sembolize eden sarı renk, güneşin rengidir ve neşe, mutluluk, akıl ve enerji ile ilişkilidir. Konsantrasyonu artırarak, metabolizmayı hızlandıran sarı, mutfak, yemek odası ve banyolar için mükemmel bir seçimdir. Kromoterapide, sarı rengin sinirleri uyardığı ve vücudu arındırdığı düşünülmektedir. Bununla birlikte, araştırmalar sarı rengin yoğun olduğu bir mekanda, insanların öfkelenme olasılığının daha yüksek olduğunu göstermektedir. Soluk tonlarda sarı hastalık ve kıskançlığı temsil eder ve bu yüzden bu idareli bir şekilde kullanılmalıdır.
Kalp çakrasını temsil eden yeşil, göz için en huzurlu renk olarak kabul edilir. Mavinin ferahlatıcı ve dingin etkisiyle sarının neşesini birleştiren yeşilin, iyileştirici ve stes azaltıcı özelliğiyle hemen hemen tüm mekanlarda önerilir. Doğanın rengi olarak kabul edilen yeşil, uyum, tazelik ve doğurganlığı sembolize eder ve genellikle insanları duygusal olarak güvende hissettirir. Koyu yeşil, hırs ve kıskançlıkla ilişkilidir, su yeşili ise duygusal iyileşme ve koruma ile ilişkilidir.

Mavi renk, güven, sadakat, bilgelik, inanç, bilgi, güç, dürüstlük ve ciddiyet ile ilişkilidir. Alın merkezinde yer alan üçüncü göz çakrasının rengi indigo mavisidir. Zihinsel güce ihtiyaç duyduğunuz mekanlarda sıklıkla tercih edebileceğiniz bir renktir. Derin gece yarısı mavisi yatak odasında kullanıldığında lüks ve bohem bir etki yaratabilir.


Üçüncü göz çakrasının yanı sıra boğaz çakrasının rengi de ise açık mavidir. İletişim enerjinizi artırmak için maviden yararlanabilirsiniz. Mavi renk, kan basıncı, solunum düzenleme, metabolizma yavaşlatma ve kalp hızını dengelemek için kullanılır. Sakinleştirici özelliğiyle yatak odaları ve banyolar için önerilir. Açık mavi, huzur, sağlık, şifa, anlayış ve yumuşaklık etkisi yaratır, ancak doğal ışığın yetersiz olduğu bir mekanda soğuk bir etki yaratabilir. Bu nedenle ana renk olarak açık maviyi seçerseniz, sıcak tonlardan yardım alarak dengeyi sağlayabilirsiniz. Koyu mavi, üzüntü duygularını çağrıştıran zıt etkiye sahiptir. Ana renk düzeninizde koyu mavi tonları kullanmaktan kaçının. Oturma odaları ya da büyük mutfaklar gibi sosyal alanlarda rahatlık için sıcak maviler veya turkuaz gibi parlak mavilere yer verebilirsiniz.
 Therapinterior

Başın üstünde yer alan taç çakrayı temsil eden mor renk, yastıklar için harika bir tercih olacaktır. Mor renk lüks ve yaratıcılık ile ilişkilidir; mekana derinlik, zenginlik ve sofistike bir hava katar. Lavanta ve leylak gibi açık tonlar, yatak odasında mavi rengin yarattığı huzur ve uyumu soğuk etki yaratmadan kolaylıkla sağlar. Yatağınızda, yatak odasında ya da oturma odasında mor renge yer verebilirsiniz.

Nötr renk tonları mekan tasarımında temel alınan elemanlar olarak daima trenddir. Bunun en önemli sebebi, denge ve uyumu sağlama özellikleridir. Canlı renklerin yoğunlukla kullanıldığı mekanlarda sakinleştirme ve canlı renklere farklı anlamlar katmak için ideal çözümlerdir.
 Therapinterior
Renklerin etkilerinden, sosyal ve bireysel yaşamınızdaki ihtiyaçlarınıza göre de yararlanabilirsiniz. Bunun için önemli olan nokta mekanın yüklediğiniz işlevlerin yanı sıra, sizin o mekanda ve hayatınızda nelere ihtiyacınız olduğudur. Örneğin, kendinize biraz daha güven duymaya ihtiyacınız varsa, sarı rengi mekanınıza katabilirsiniz. Sarı renk size cesaret ve irade katacaktır.Hayata karşı bağlarınızın güçlenmesini istiyorsanız kırmızı rengi kullanabilirsiniz. Sevgi duygusunu hayatınıza çekmek ve duygusal ilişkilerde mutlu olmak istiyorsanız mekanınızda pembe renk objelere ve kumaşlara yer verebilirsiniz. Yaratıcılığınızın artmasına ihtiyacınız varsa turuncu renge, sezgilerinizi daha fazla hissetmeyi istiyorsanız koyu maviye bulunduğunuz herhangi bir mekanda yer verebilirsiniz. Bazı sorunları affetmek ya da uzaklaşmak istiyor ama yapamıyorsanız yeşil rengi, iletişim sorunlarınızın üstesinden gelmek ya da iletişim gücünüzü artırmak için açık maviyi, evren ve ilahi olan ile ruhunuz arasındaki bağlantıyı hissetmek için ise lavanta tonlarını tercih ederek renklerin psikolojinize ve ruhunuza doğru yönde etki etmesini sağlayabilirsiniz.
Cansu Çolpan 
Y.Mimar

Mekanınızın sizi mutlu etmesini hedefleyerek, size özel mekan tasarımı hizmeti sunduğumuz Therapinterior ile renk terapisi ve daha bir çok tasarım anlayışı hakkında bilgi almak, öneri ve online tasarım hizmeti almak için ziyaret edin;



instagram.com/therapinterior