İnsanlar kötülüğe ve kötülere neden itaat eder?

Yeni  bir kitapla,  

“İçindeki sonsuz güce UYANmaya hazır mısın?

 Kötülüğün Kolektif Kimliği,
            Kolektif kötülük mü?

Bir grubun üyesi olduklarında ya da hiyerarşik bir yapılanma içerisindeyken insanların ahlak ve sağduyuyla olan bağlarını koparan şey nedir?

Stanley Milgram;”Bir otorite/yetkili sizden bir başkasını acıtmanızı istiyor; yapar mısınız?”

Düzgün insanlar dehşet verici davranışlarda bulunabilirler mi?


İnsanların emir aldıklarında “ahlak anlayışları”nı kaybedebilir mi?

Uyum sağlama ile itaat etmenin insanları nasıl değiştirdiğini ve böylece istenmeyen rollere nasıl büründüklerini açıklamak amacıyla yapılan klinik çalışmalar;

Katilleri ve masum insanlara acı çektirenleri canavar, sadist ya da sapkın olarak görmek kolay olurdu. Fakat bu insanlar aslında bizden o kadar da farklı değiller. Birer eş, evlat ya da anne ve baba kimlikleriyle karşımıza çıkabilen bu insanların hayatları sıradan olabiliyor; bu insanlar da tıpkı diğer insanlar gibi âşık olabiliyor, şakalara gülebiliyor ve ağlayabiliyorlar. İyi ve kötünün ne olduğunu ve bu iki kavram arasındaki ayrımı biliyorlar.

Bu konuyu irdeleyen Hannah Arendt, Nazi Almanyası‘nın Yahudi politikalarında etkin bir rolü olan subay Adolf Eichmann’ın Kudüs’teki yargılanışının üzerine Kötülüğün Sıradanlığı / Eichmann Kudüs’te kitabını yayımladı. Bu kitapta Eichmann ve onun gibi olanların cani ya da sadist olmadıklarını belirtti. Eichmann sadece ona verilen görevleri yerine getiren, üstüne itaat eden bir subaydı. Peki, gayet “normal” görünen Eichmann ve onun gibiler, neden istenmeyen ya da benimsenen ahlakın dışında kötü davranışlar sergiler? Ya da ne zaman bu davranışlara sahip olanlara itaat ederler?




İLGİLİ İÇERİK: Guernica hakkında 15 şaşırtıcı gerçek
Bu soruları cevaplamak için psikolojiye bakmamız gerekecek. Psikolojiye göre insanlar sosyal varlıklardır ve insanların çoğu yalnız olmayı sevmez, başkalarıyla vakit geçirmek ister. Bunun yolu ise diğer insanlarla iletişim kurmaktan geçer. Hayatımızın bir parçası olan sosyalleşme için beyin bir takım grup davranışlarını benimser. Bunlardan bir tanesi ise uyma davranışıdır.
Uyma davranışı; sosyal ya da grup baskısı karşısında davranışlarımızı değiştirme ve diğerleri gibi davranma anlamına gelir.

İtaat ise uyma davranışı ile yakından alâkalıdır. Uyma davranışı ve itaat etme ile insanlara iyi ya da kötü pek çok eylem yaptırılabilir. Philip Zimbardo ve Stanley Milgram tam da bu konuyu araştırdılar. Uyum sağlama ile itaat etmenin insanları nasıl değiştirdiğini ve böylece istenmeyen rollere nasıl büründüklerini açıklamak amacıyla deneyler yaptılar. Yaptıkları psikolojik deneyler, insanların ne kadar ileri gidebilecekleri konusunda beklenmeyen sonuçlar verdi ve dünya çapında ses getirdi.

Stanley Milgram: Bir otorite/yetkili sizden bir başkasını acıtmanızı istiyor; yapar mısınız?

İkilinin yaptığı araştırma kapsamında gazetede gördükleri bir ilana cevap veren 20 ile 50 yaş grupları arasından 2 katılımcı seçildi. Katılımcılar deneyin ‘cezanın insan hafızasının üzerindeki etkileri’ hakkında olduğunu düşünüyorlardı. Katılımcılardan birine diğer katılımcıya kelime çiftlerinden oluşan bir listeyi öğretmekle yükümlü olan öğretmen görevi verildi.

Deney, birbirlerini duyabilecekleri ama göremeyecekleri iki odada gerçekleşti. Deneyi yürüten kişi, öğrenciyi kayışla sandalyeye bağladı ve bileklerine elektrot yerleştirdi. Öğretmen ise yan odada 15‘ten 450 volta kadar çıkan şok jeneratörünün yanında durdu. Deneyi yürüten kişi öğretmene öğrencinin her bir hatasında şok vermesini söyledi. Her yanlış cevapta daha güçlü şokun verileceğini belirtti. Fakat öğretmen rolündeki katılımcının bilmediği bir şey vardı: Öğrenci olan gönüllü aslında seçilmiş bir gönüllü değil, deneyi yürüten kişinin asistanıydı ve aslında şok jeneratörüne bağlı değil, şok jeneratörüne bağlı bir ses kayıt cihazına bağlıydı. Öğretmen her şok verdiğinde ses kayıt cihazından çığlık sesleri çıkıyordu.

Deneyi yürüten kişiyle işbirliğinde olan öğrenci, deney başladıktan belli bir süre sonra hata yapmaya başladı. Deneyi yürüten, otorite sahibi kişi, öğretmene şok uygulamasını söyledi. Öğretmen şok uygulamaya devam ettiğinde ise 75. voltta öğrenci acıdan ötürü şikâyet etmeye ve voltaj arttığında çığlık atmaya başladı. Kimi öğretmen rolündeki denekler, belli bir süre sonra durmak istediklerini belirttiler ama oluşabilecek herhangi olumsuz bir sonuçtan kendilerinin sorumlu tutulmayacağının güvencesi verilince deneye devam ettiler.

Milgram deneyin sonucunda deneklerin %65’inin 450 volta çıktığını gördü. Sonuçlardan rahatsızlık duyan Milgram birkaç kez daha deneyi tekrarladı. Fakat sonuçlar aynıydı: Katılımcılar bir otoriteden talep aldığında başka bir insana acı çektirebiliyorlardı.

Philip Zimbardo: Hapishane Deneyi
 FOTOĞRAF: ESDAW.EU
Zimbardo, gardiyan ve mahkûmların hapishanedeki davranışlarıyla ilgileniyordu ve bunu incelemek için Standford Üniversitesi’nin bodrum katını sahte bir hapishaneye çevirdi. 21 kişiden oluşan katılımcılar “mahkûm” ve “gardiyan” olmak üzere iki gruba ayrıldılar. Küçük hücrelerde kalan mahkûmların fotoğrafları çekildi, parmak izleri alındı ve numaralı hapishane kıyafeti verildi. Gardiyanlar ise 3 kişilik gruplar halinde çalıştılar, üniforma ve güneş gözlüğü taktılar; böylece kendileriyle göz kontağı kurulamayacaktı. Gardiyanlara fiziksel şiddet dışında yasa ve düzeni korumak adına her şeyi yapabilme izni verildi.

Zimbardo, deney başladıktan birkaç saat sonra gardiyanların davranışlarının değişmeye başladığını gözlemledi. Bir grup gardiyan mahkûmları taciz etti, ilerleyen vakitlerde diğer gardiyanlar da sadistçe ve acımasızca davranmaktan keyif alan öteki gardiyanlar gibi davranmaya başladı. Kendilerine insanlık dışı davranılan mahkûmlar, belli bir süre sonra kuralları benimseyip içselleştirdiler, koyulan hapishane kurallarını ciddiyetle yerine getirdiler. Deneyin ikinci gününde birinci hücrede kalan mahkûmlar gardiyanların kurallarına uymayacaklarını belirtip hücre kapısının önünü yataklarla bloke ettiler. Gardiyanlar yangın söndürücüyü mahkûmların üzerlerine sıkıp mahkûmları tecrit altına aldılar. Gardiyanlar mahkûmlarla alay etmeye, onları küçümsemeye başladılar ve belli bir süre sonra mahkûmlar hızlı bir şekilde itaatkâr ve teslimiyetçi olmaya başladılar. 2 hafta sürmesi gereken deney, mahkûmların duygusal olarak etkilenmelerinden dolayı 6 günde sona erdirildi. Deney sonrası yapılan röportajlarda katılımcılar, deneydeki davranışlarından ötürü şaşkın olduklarını belirttiler.

Kısacası Milgram ve Zimbardo yaptıkları deneylerde düzgün insanların dehşet verici davranışlarda bulunabileceklerini ortaya koydular. İnsanların emir aldıklarında ahlak anlayışlarını kaybedebildiklerini bu deneylerle kanıtladılar. kötülüğün kolektif kimlikten

Özellikle Milgram’ın deneyi “emir kulu” olan subay Eichmann’ın durumunu da destekler nitelikte. Fakat bu itaat bence aslında insanlar düşünmeden hareket ettikleri ve bürokrasiye pasifçe boyun eğdikleri için gerçekleşmiyor. İtaatin gerçekleşmesini sağlayan itici güçlerin başında toplumda paylaşılan kolektif kimlik geliyor. “Onlar”a yer bırakmayan bir “biz” algısı… Yani, kötülüğün bayağı olmasının kaynağı hep altı çizilen biz anlayışı olabilir. Zimbardo’nun hapishane deneyi ise kötülüğün kolektif kimlikten doğabileceği görüşünü kanıtlıyor.

İLGİLİ İÇERİK: Leonardo Da Vinci’nin 2. Dünya Savaşı boyunca Hitler’den gizlenen otoportresinin hikâyesi

    

                

Perihan Yilli ile Psikolojik Danışmanlık; “Çocuk,yetişkin,çift ve aile danışmanlığı.Kişisel Gelişim  Danışmanlığı,Koçluk Hizmetleri”  
 Nefes Terapisti, Holoterapi, Reiki Nlp Uzmanı, Access Conciousness Bars                  Uygulamacısı Objektif Testler (zeka,kişilik,gelişim,beceri) Uygulama ve Raporlama
Çocuk Oyun Terapisi
    

 Kendine katkı sunmayı ilke edinen , gelişimlerine sahip çıkan, okuyan kitap dostlarıma sonsuz teşekkürler

Her şey sende ve doğada gizli

“İçindeki sonsuz güce UYAN


http://www.rakitap.com/magaza/prddet.php?pid=967609   

Konuyu destekleyen, ilginizi çekecek diğer yazılarım

Mucize Tedavi

Tıbbi literatür tartışmalarında astımlı kişilerde anormal veya disfonksiyonel / işlevsiz solunum paternlerin varlığına dikkat çekilmiştir.  Avustralyalı Doktor Dergisi’nin, İngiliz Tıp Dergisi / British Medical Journal’da yayımlanan “Astım ve hipervantilasyonu düşündüren anormal solunum semptomlarının kompleksi” başlıklı makalesinde (11. Mayıs, 2011) Dr. Buteyko’nun astımlı hastalardaki nefes tekniklerinin tedavi edici başarılarını açıklamıştır. Araştırmacılar, işlev göstermeyen solunum verilerimizin gösterdiği kadar yaygınsa; solunum yetersizliği için nefes fonksiyonlarının yeniden eğitilmesi astım hastalığı yönetiminin bir parçası olarak bilinmesi gerektiğini önermişlerdir.

Buteyko nefes tekniğinde iki klinik deneme aşağıdaki örneklerdeki gibidir.

Nefes Terapilerin, bağımsız denemelerle kanıtlanıp onaylandığının ve teröpotik değere sahip olduğu kabul edilmiştir. Astımda nefes tekniklerinin tıp literatüründe kabul edildiği ile ilgili klinik çalışmalardan  Mater Hastanesi, Brisbane (1995) çalışma özeti;

Çalışılan 39 denekle hedeflenen amaç; astım hastaları üzerinde Buteyko Solunum Yönteminin terapötik yararlarını değerlendirmektir. Araştırma, Avustralya Astım Vakıfları Birliği’nden tarafından bir hibe ile finanse edilerek ve Prof. Charles Mitcell tarafından yönetilmiştir. Astım vakfı tarafından yapılan tanıtımın ardından 175 denekle görüşülmüş ve taranmıştır. İhtiyaçları karşılayan 42 kişinin ilaç kullanımları ve astım satabilitesini belirlemek için terapötik süreç başlamasından önce izlenmiştir. Bu süre zarfında, kısa süreli ilaç aktarımına ihtiyaç duyulmayan üç denek çalışmadan çıkarılmıştır.
 39 hasta denemeye katılmış;
19’u Buteyko grubuna, 20’si kontrol grubuna tahsis edilmiştir. Katılımcılar rasgele seçimle her iki gruba ayrılmış;her iki grup arasında anlamlı bir ilaç ya da solunum yolu obstrüksiyonu farkı yoktur.

Arka plan
Gözlemciler katılımcıların hangi terapi ya da tedavinin uygulandığını bilmiyorlardı. Deneme sonuçları hedeflenirken katılımcılara Buteyko’dan hiç söz edilmemiş ve çalışmalar nefes teknikleri prosedürlerine uygun olarak öğretilmiştir. Nefes terapi uygulayıcısı, her hastaya ihtiyaç duyulduğunda takip edilmeleri için randevular vererek talimatlar vermiştir.
Kontrol grubuna, konvansiyonel karın solunum egzersizleri ve gevşeme teknikleri öğretilmiştir.
Her katılımcının kısa etkili rahatlatıcı ilaçlarını yalnızca gerektiği biçimde kullanmaları istenmiştir.
Üç ay sonra karşılaştırma ölçütü olarak; yaşam kalitesi, ruhsal durum, nefes alma, sosyal etkileşim ve başkaları için endişe dahil olmak üzere dört gösterge göz önünde bulundurulmuştur.

Üç Ay Sonunda Alınan Deneme Sonuçları
Buteyko Grubu

Güvenilirliğin kullanılmasında ortalama azalma:    %90
Steroid kullanımında ortalama azalma:%49
Günlük semptom skoru: %71

Kontrol Grubu

Güvenilirliğin kullanılmasında ortalama azalma:    %14. 78
Steroid kullanımında ortalama azalma:%0
Günlük semptom skoru: %14
Dakika hacmindeki değişiklikler

Buteyko Grubu

Deneme başlangıcında dakikada ortalama solunum hacmı:9. 6 litre
Üç ay sonra ortalama solunum hacmi: 14 litre

Kontrol grubu

Deneme başlangıcında dakikada ortalama solunum hacmı:14. 2 litre
Üç ay sonra ortalama solunum hacmi: 13. 3 litre

Sonuçlar:
Nefes terapi grubu ilaç tüketiminde ve streoid gereksiniminde önemli azalma yaşarken, yaşam kalitesinde de büyük bir iyileşme sağladı.
Kontrol grubu, hastane ve klinik ortamlardaki ilaç alımı tedavinin yanında geleneksel solunum egzersizleri de öğretilmesine rağmen yaşam kalitesinde çok az değişiklik gösterdi.


Solunum egzersizleri ile ortaya çıkan akciğer fonksiyonundaki değişiklikleri ölçmek için önleyici ilaçların sabit kalması gerekecektir. Önleyici ilaçların azaltılması genelde herhangi bir astım için akciğer fonksiyonunun azalmasına sebep olur.  Bu deneme sürecinde nefes teknikleri uygulanan grubun önleyici ilaçların azaltılmasında başarı sağlanmıştır ancak akciğer fonksiyonlarında herhangi bir işlevsizliğe, bozulmaya rastlanmamıştır. 12 hafta içinde, hastalar denemeden önceki ile benzer akciğer fonksiyon skorları üretebilir ancak ilacın yarısından daha azına ihtiyaç duyabilmektedirler.  Avustralya Doktor da yayımlanan bir makalenin başlığında “Doktorlar Buteyko’nun Başarısında Soluyor”  yazmaktadır.  Brisbane’deki Mater Hastanesi solunum hekimi 
Dr. Simon Bowler da “önemli değişiklikler beklemediğimiz için sonuçlar şaşırtıcıydı” sözleriyle başarıyı desteklemektedir.   

                 İletişim@Randevu 
            http://www.perihanyilli.com/

            pozitifid@gmail.com 
            gsm 0553 866 86 30


Perihan Yilli ile Psikolojik Danışmanlık; “Çocuk,yetişkin,çift ve aile danışmanlığı.Kişisel Gelişim  Danışmanlığı,Koçluk Hizmetleri”  

 Nefes Terapisti, Holoterapi, Reiki Nlp Uzmanı, Access Conciousness Bars                  Uygulamacısı Objektif Testler (zeka,kişilik,gelişim,beceri) Uygulama ve Raporlama      

Psikolojik Hastalıklarda Bebeklik Dönemi İzleri

Aldatılma, kıskançlık, yoksunluk, mahremiyet gibi yaşamları zorlayan birçok psikolojik hastalıkların temelinde bebeklik dönemi yaşantılarının yattığını biliyor musunuz? 

  

Bir bebek dünyaya geldiği zaman ilk tanıdığı kişi annesidir. Annenin bebeğini kucağına alması ile ilk bağ kurma başlar. Yaşanan bu ilk anları, insanlarla ilişkilerine dair ilk bilgileridir
Tüm algıları kendine dönük olduğu bu döneminde isteklerini dile getirme şekli ağlamadır. İstekleri  ise gelişimine katkı sağlayacak ihtiyaçlarıdır. Karnı doyacaktır, altı temizlenecektir, bu isteklerinin düzenli ve sürekli” yapılması önemlidir. 
Bu düzen ve süreklilik gelişimin her döneminde önemli olan “temel güven duygusunun ya da öz güven gelişimin” temelini oluşturacaktır.
Annenin çocuğuyla ilişkileri; yüzüne bakışı, ses tonu, dokunuşları, anne ve bebek arasındaki ilk bilgilerin akış sürecidir. Annenin bebeğiyle kuracağı bağ bebeğin öz bakımı ile ilişiklidir. Beslenme anları, altını değiştirmesi, uyutması gibi her bir davranış bebeğin kendini algılama biçimini oluşturur.  Annesinin kendisiyle ilgilenme anında asabi olması, şikâyetçi olması, sesini yükseltmesi ya da isteksiz bakımı çocukta istenilmediği hissi oluşturacaktır.
Bebekler daha anne karnındayken, dış dünya ile bağlantı kurmaya başlamaktadır. Gebeliğin ilk üç ayından itibaren fetüsün işitme duyusunun gelişmesiyle çevresindeki sesleri, konuşmaları duyması da başlamaktadır.  Seslerin frekansları, şiddeti ve tonu konuşmalardaki duygu içerikleri bebek tarafından algılanmaktadır. Doğumu takiben birincil veriler anneden alınmaktadır.
”1, 5 – 2 yaş civarı temel güven duygusu oluşum dönemidir”. Temel güven, bireyin kendine inanması, dış dünyaya güven duyması, kendini yeterli, başarılı, sevilen biri olarak algılamasıdır.  
 İlk aylarda bebek için kendinden başkası yoktur.  Anneyle kurduğu ilişki sonrası üçüncü aya doğru annesinin bebek için ayrı bir varlık olarak belirmeye başlama dönemidir. Annesini gören bebek sevincini göstermeye başlar. Bebek annenin her duygusunu ayna gibi yansıtır; o gülünce güler, mutsuzsa mutsuzlaşır. Giderek bu duyguları kendi duygularından ayırt etmeye bireyselleşmeye ve kendini anneden ayrı bir varlık olarak görmeye başlar. Bağlanma süreci” denilen bu dönemi sağlıklı geçiremeyen bebeklerde bebeklik ve sonraki dönemlerde ruhsal sorunlar ortaya çıkar ve yaşamı boyunca devam eder.

Anne yoksunluğu nedir?

İlk aylarda insan ayırmadan herkese giden bebek altıncı aydan sonra yabancıları ayırt etmeye başlar. Bunun yanı sıra da güven duyduğu annesinden ayrılmak istememeye başlar. Bu duruma “Ayrılık kaygısı” denir. Üçüncü ayında herhangi bir nedenle anneden ayrılmak zorunda kalan çocuklarda “anne yoksunluğu” denilen ruhsal bir sorun ortaya çıkar.  Sürecin uzaması kalıcı problemlere yol açar. Özellikle yetiştirme yurtlarında ve hastanede büyüyen çocuklarda sıklıkla rastlandığı için “yuva hastalığı ya da hastane hastalığı” olarak da bilinir. Olanaklar elverirse, annenin geri dönüşüyle bu hastalık aşamalı olarak sona erer. Annenin dönüşünün gecikmesi ile hastalık kalıcı olur.

Bu sebeplerle: İlk beş yıl özellikle ilk iki yıl anneden ayrı kalan çocuklarda oluşan problemin sonraki yıllarda giderilmesi oldukça güçtür. Büyüklere bırakılan bebeklerin akşamları evde anne babayla geçirmeleri. Anne babadan ayrı başka şehirlere bırakılmaması.  
Çocuk anne ayrılığına hiç tepki vermiyorsa? Bu durum ise, anneyle bağlanmanın sağlıklı olmadığını göstermektedir.
İlk aylarda bebeğin kucağa alınmaması konusunda çevreden sık sık uyarı yapılır.  Oysa bu dönemde bebeğin en temel gereksinimi sevgidir, ilgidir, anne ile temasıdır. Bu süreçte bebeğin ağlamayı araç olarak da kullanacağı dikkate alınmalıdır. Bebekle sağlıklı ilişki kuran anne çocuğu tanıyarak bu farkı ayırt edebilir. Bebeklikte sağlıklı gelişen temel güven duygusu sağlıklı bir erişkinliğin de temeli olacaktır
Sonuç olarak bağlanma kavramının kısa ve uzun vadede önemli psikolojik etkilerini görebiliyoruz. Sağlıklı ilişkilerin temel örüntüleri nitelikli iletişim, etkileşim, kendilik algısı, özgüven duygusu ve güven ortamının oluşturulması ile sağlanabilmektedir. Erken dönem bağlanmada kırılma anlarının farkına varılarak süreyi uzatmadan onarılması önemlidir. Uzun vadeye yayılabilen problemlerde profesyonel destek almaktan kaçınılmamalıdır.
 Fotoğraf:https:tr.pinterest.com/pin/488992472021568386

                 İletişim@Randevu 
              http://www.perihanyilli.com/

            pozitifid@gmail.com 
            gsm 0553 866 86 30


           

  Perihan Yilli ile  Psikolojik Danışmanlık; “Çocuk,yetişkin,çift ve aile danışmanlığı.Kişisel Gelişim  Danışmanlığı,Koçluk Hizmetleri”  

      Nefes Terapisti, Holoterapi, Reiki Nlp Uzmanı, Access Conciousness Bars                             Uygulamacısı Objektif Testler (zeka,kişilik,gelişim,beceri) Uygulama ve Raporlama


4. CNR İstanbul Uluslararası Kitap Fuarı
 İskenderiye Kitap Standında 

İmza Günüme Davetlisiniz
26 Şubat Pazar/ 14.00
Her kes için “harika” bir gün olsun… 



Kitap satış noktaları

http://www.rakitap.com/magaza/prddet.php?pid=967609